15 Temmuz 2010 Perşembe

Bu iliski yurumuyor

Umut demisti adina. Basindan kaynar sular dokulurken hareketsiz kalip, aciyi en derinden hissetmek ister gibiydi bakisi. Umut demisti adina. Kalbinin ritmine hakim olamiyor, kalbinin sesini boynunda, kulaklarinda hissediyordu. Artik yoktu Umut hayatinda. Bencilce cekip gitmisti.

Icin icin aci cekiyorsa da, garip bir ferahlama hissediyordu icinde. Kafasindan onca olay geciyor, onlarca dusunce, yuzlerce ani, karmasa, karmasik hersey, anlamsiz.. Kendini dalgalarla bogusmus ve sonunda denizden cikmis hissediyordu. Icinden deli gibi tekrar atlamak gelse de denize, havluya sarilmis ve kamburlasmis bir sekilde oturup, yipranmis yuzu ve bos gozleriyle denize bakiyordu sadece.

Bir sene once hayatina girmisti Umut. Kucucuktu, safti, temizdi, ellerinde dogmustu. Kendisi yaratmisti onu. Inanilmaz birseydi, renkliydi, hareketliydi, tum hucrelerine kadar onunla doldugunu hissetmisti. Gozleri bile Umut'tu. Umutla bakiyordu. Bir yil once. O kadar seyin hepsi 1 seneye mi sigmisti sadece. Gozlerini kapattiginda, hala O'nu goruyordu ve hala yuzu guluyordu.
Yasadiklari yormustu onu ama en ufak bir pismanlik yoktu icinde. Denemeye degerdi. Denedi, basaramadi.

Ne hissediyorum diye dusundu, o beynindeki karmasadan hislerini ayirmak istiyordu.

ve yeni hisler. Basladigi gibi alevli, ic yakici bir bitisi oldu tam bir yil sonra. Sanirim bu aralardi ilk ev kiralamam, ilk mumlar, ilk etkilesimler. Basladigi kadar asil olmadi ama bitisi. Kaliteli... Mucadeleden yorgun dusmus ama hala alev alev yanan bir yurek. Keske layik bir son olsaydi.
Umut'mus yasatan insani. Onsuz ne House'un tadi var, ne dondurmanin, ne fal acmanin.
Umut'u bana verdigin icin tesekkurler. Artik tek bir amacim var. O'nu onu aramak, O'nu bulmak.

4 Şubat 2010 Perşembe

Dahi mi deli mi

Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum veya anladıklarım işime gelmiyor. Lütfen yanlış anlama ile başlayan bir anlaşılmazlık. Açıklasana lan o zaman, ne yanlış ne doğru, bırakıyorsun sersemlemiş algılarıma.

Bir kıvılcamla diğerleri tekrar alevleniyor beynimde, inatla söndürmeye çalıştıklarım. Beynim sanırım savaş halinde. Umut var ya içimde, ona sarıldım ya, o umuda zarar verebilecek herşeyin üstünü örtüyor inatla. Bu onların olmadığı manasına gelmiyor, sadece ben algılamak istemiyorum.

Şu an beni inanılmaz huzursuz ettiğini biliyorsun. Belki de yapmak istediğin bu, huzursuz olduğumda aklımdan çıkmadığını biliyorsun. O kadar zeki misin? Öyleyse cidden dahilikle delilik arasındasın. En azından haklı çıktığım için içim rahat eder. Beni böyle yarım bıraktığın zamanki beni biliyorsun ve kurbağa gibi her seferinde aynı tuzağa düşüp haşlıyorum kendimi ve sonra unutuyorum.

Teşekkür ederim desteğin için. Belki yangından önceki son çıkışı seçeceksin, özenle, zekice açık bıraktığın çıkışı. Senin içindi ama bunlar, beni düşündün, beni.. O eski Türk filmlerindeki gibi dimi. Yok güzelim, fazla romantik senin için, yine sıkışınca kendini seçtin. Ben bir destek falan hissedemiyorum.

Kaçmaya çalıştığın şeylere cevaben, ben asla bir kadını yeni cocuk doğurmuşken ve uzakteyken ve telefonla ve gaddarca terk edecek kadar gaddar olmadım. Biliyorsun ve dibine kadar da içindeydin herşeyin. Hayır, herşey senin yüzünden oldu, direk veya dolaylı, bundan kaçıp da vicdanı rahatlatmanın kendimizi kandırmaktan farkı yok. Her zaman ve herkese, herşey şeffaftı ve açıktı, elbirliğiyle bu hale geldi. Herkes elindekini koydu, son dakikada kaçmak yakışmadı.

Ve sıralama olayı. Nedense bana ustaca bir taktik gibi görünüyor. Maalesef 1. sırada değilse bir insan benim için 2.sıradaki binlerce insandan biri oluveriyor. İstediğin yer orasıysa dediğim gibi ömür boyu VIP giriş kartın var. Bırakalım 1.sıralar boş kalsın.

Lütfen bu kadar zeki olup da korkutma beni ama lütfen fırsattan istifade kendimi temizleyeyim diyecek kadar gözümden düşme. Sessizliğin sanki başka bir açıklamaya yer bırakmıyor beynimde.

Bırakılmış hissiyatı, öfkeyle karışık sevgi. Bunları daha önce de defalarca yaşadım ben. Ama sanırım yeter artık, beynimde daha fazla acıya, bu iğrenç hisse, bu öfkeye, bu karmaşaya ayıracağım hücre kalmadı. Pisim, temizsin, temiz... Evet pis olan BENim, kaka kanka.

Oynamıyorum artık ben bu oyunu. Taktiklere, uluu düşüncelere, ben seni kendimden uzaklaştırdım gibi dangalıklardan sıkıldım veya beceremedim. İlişkicilik oyunu değildi, iki insanın beynini, kalbini açmasıydı benim bildiğim. Sok ulan kalbini hücresine.

Teşekkürler hayat, kasıtlı sessizliğin büyüttüğü öfkeyle titreyen vücudumla, gelmek üzere olan gerginliğimle beni başa başa bıraktığın için ve son bağımı Toprak'ı bana ödül olarak verdiğin için.. Yürü olum, yürü aslan parçası be, koyalım topunun götüne gel biz de önümüze bakmayı öğrenelim. Beraber öğrenelim yürümeyi, beraber büyüyelim. Etkisiz, kimsesiz hayatımıza.

13 Aralık 2009 Pazar

Free-down


Freedom?

7 Ekim 2009 Çarşamba

UNUTULMAZLAR


Unutulmazdı. Diğer unutulanlar gibi. Hala öyle.

Gözümü açışımda, nefes alışımda, dokunuşumda, baktığımda, hissettiğimde, gözümü kapatamayışımda, içimde, beynimde… Yaşıyorsun aslında benimle, gitmedin. Hayallerimde bile şarkıdaki gibisin. Git, git, gitme dur ne olur…

Süper bir yer hayal ediyorum. Mavi, kristalleşmiş, berrak bir deniz, sakin esen bir rüzgâr, dibine kadar hissedilen özgürlük hissi. Sonra karmaşıklaşıyor olay, yalnız mıyım orda? Gaddar mıyım ben, yoksa taktik mi senin dediğin gibi, korkaklık mı bunun adı, üzememek insanları… Yalnızsam üzeceğim kimse de yok. Seni davet ediyorum hayalime. Geliyorsun halelerindeki soru işaretleriyle. Gülen yüzün altında, ben sana bunların hesabını sonra soracağım bakışlarıyla. Ayaklarım batmaya başlıyor toprağa. Toprak o. Batıyor ayaklarım, uzatıyorsun elini. Tutuyorum, sıcak sevgi dolu geliyor. Güvenemiyorum… Debeleniyorum, debeleniyorum…

Bazen cehennem oluyor arka fon, alevler çıkıyor, kararıyor ortam... Kâbuslar, oyunlar, taktikler, yapmacık her şey. Bazen hayal gibi oluyor, bu oluyor, kafamdaki oluyor, hayal oluyor. Kâbus oluyor. Karmaşan, karmaşamız oluyor, fırtınalar diniyor bir anda güneş çıkıyor, sakinlik özgürlük kokuyor buram buram… Sonra yıldırımlar çakıyor, nolduğunu anlamaya çalışan küçük bir çocuk gibi hissediyorum sahnede kendimi, sonra yine aydınlık. Hımm, noldu anlamadım ya, güzel burası diye uzanıyorum sorularım, koca kafam, koca kıçımla...

Ya cidden sen niye buradasın?

29 Temmuz 2009 Çarşamba

TERS UÇAN KELEBEK


Dolunaydı eşlik eden yürüyüşüne, deniz kumuna bata çıka. Elinde rüzgâra teslim ettiği sigarası, dizine kadar ıslak pantolonu, tişörtünü sarsan rüzgâra, karşı çıkıyordu göğsünü öne sürerek. Geri dönmek istiyordu vücudu, geri dönmek koşmak, durmamak, rüzgâra rağmen, önünü kesenlere, tavır yapanlara, duygu sömürüsüne, tehditlere, önüne atılan bebek arabalarına rağmen, geçmişine rağmen geleceğine koşmak, koşmak ve ateşe atlamak, yanmak alevler içinde. Tek başıma olsam yanarım diye sindirmeye çalıştı korkaklığını. Ya onun yanması. Küçük bir kız çocuğu gibi narindi o asi dışavurumunun gölgesinde. Ölmek kolaydı ya öldürmek, vazgeçmek ve vazgeçilmek.

Akrebin gözleri. Ölmek bir uğurda ve bundan tatmin olabilmek. Beceriksiz…

Doğruyu yapıyorum ben onu koruyorum dedi içindeki diğerlerinin uşağı efendi kişiliği.

Hee, evet dimi onu koruyorsun, kendi ağzına sıçarak, kendine zarar vererek onu koruyorsun. Kimden neyden koruyorsun be dangalak, kendinden mi? Bu kadar mı nefret ediyorsun kendinden? Korusana onu diğerlerinden.

Korunmak istemiyor ki o, onlara ait olmak istiyor.

İstemiyor, öyle güvende olacağını sanıyor. Kendini, çok sevdiği beladan uzak tutuyor.

Susturdu ikisini de. Savaşın sonunda korkaklığın, sıradanlığın, belki de doğrunun galip geleceğini bildiği için. Yine kendimden çok başkasını düşünüyorum ya büyük adamım ben ya. Kaldır kıçını büyük adam, git yatağına yat, her zaman yaptığın gibi malak malak. Sabah kalk, ağzına sıçılmasından kalan damak tadıyla. Gurur duy kendinden aynaya bakarken. Bakamayacaksın dimi yarın sabah aynaya yine kendinden utancından.

Bu dünya bu savaşın dünyası değil. Ya şerefsizsin bu dünyada ya da şerefsizlerin uşağı. Seç birini kabul et bitir bu savaşı veya bırak hepsini, kendini… Gönder kendini rüyalarına. Ölmek için mutlu bir an bekleyeceğim diye haykırdı rüzgâra karşı. Şimdi değil, o anı bekleyeceğim.

Karar vermenin rahatlığıyla düşürdü kastığı omzunu yerine. Budur işte. Hiç olmamak, olup da aslında burada olmamak. Ait olmamak, olamamak. Vazgeçmek, geçememek.

Kelebekti o gördüğü dolunayın ışığında. Ters uçan bir kelebek. Gecenin sessizliğinde. Yakalamak, sahip olmak isteğiydi ve yakalarsa zarar vereceğini söyleyen sesleri baş, başıboş rollerde. O uçarken daha güzel.

Dön, yere in. Karışmasın kimseler bize…

veya uç gönlünce mutlu olabileceğin yerlere

19 Temmuz 2009 Pazar

PİŞMANLIK


Yaşadıklarımın, hissettiklerimin ne olduğundan emin değilim. Senin benim kafamdaki sen olup olmadığına da.

Seni özlediğime, senin sen olmadığına, seni kaybedeceğime, koca bir hayal kırıklığı oluşuma, bir baltaya sap olmadığıma, olmak istemediğime, yorgunluğuma, gücüme, ne zaman aslan kesilsem tüm dünyanın karşımda durmasına, bunun zehirli tadından zevk aldığıma, hayatla dalga geçtiğime, sabaha kadar içmek istediğime, girdapta olduğuma ve çıkmak istemediğime, dibe vurma arzuma, dibe yakın olduğuma ve sona yaklaştığıma eminim.
Bencil, ruhsuz ve boş gözlerle, içindeki yabancı senle, gaddarca ve acımasızca bu son demeni izleyeceğim anı bekliyorum. Onun yakıcı acısını iliklerime kadar hissediyorum ve o acıyla besleniyorum. Aptal demeni, birkaç günde tüm hayatımı önüne serişimi, bunu nedensiz ve beklentisiz yapmaktan aldığım zevkin yakıcı, hiç yaşamadığım bir pişmanlığa saniyeler içinde dönüşmesini bekliyorum. Dalga geçiyorum kendimle, yıkıyorum baştan yapıyorum kendimi ya ilk defa o hissetmediğim duygunun, korkuyla birleşmiş mide bulandırıcı tadını hissediyorum içimde ve ilk defa korkuyorum.

17 Temmuz 2009 Cuma

SON PERDE


Oyun yok artık dedi çalıştığı en dürüst bakışıyla. Son perdeydi bu. Artık benim gördüğün.

Garip bir ses ve baharatlı bir koku ulaştı burnuna. Alışmıştı artık burnu bu kokuya ve tada ya ses nerden geliyor diye düşündü bir an. Durdu, kulaklarına verdi dikkatini, karşıdakinin ne söylediğini algılamadan. Sanatına hayran olduğunu hissetti, uyuşmuştu beyni. Yıkılmaz, yılmaz sanıyordu ama uyuşmaya karşı savunması sağlam değildi o çok güvendiği kalesi. Çaresiz teslim oldu hücreleri. Algılamadan geçirdi duyduğu cümleleri. Cümlenin etkisini damağındaki baharatın tadında aradı. Gönder dedi bunları da diğerlerinin yanına, boş bunların içi.

Su. Evet, Su sesiydi bu duyduğu. Karşısındaki bir tepki bekliyor olmalıydı, konu değiştirmeyi düşündü bir an. Bundan da yorulduğunu hissetti. Boş bakan gözlere boş baktı. Bir sonraki perdede cüzzamlı adamı oynayacağını hissetti. Zordu rolü ama biliyordu yapacağını. Kısa süreceğini de. Hiçbir şey algılamadan her şeyi anlamaya başladığını düşündü ve bundan garip bir zevk aldığını da. Dudağında ayırt edemediği meyvemsi bir tat, uyuşturulmuş beyin, alkolün etkisi, sahne ışıklarının sıcaklığı. Bu anı yaşamıştı rolüne çalışırken gördüğü rüyada. Beklediğinden daha azdı elinde kalanlar, başarmanın ve öğrenmenin arsız hissiyatı, meyve tadı, huzursuz bir huzur. Hadi gidelim artık dedi, biraz önce öptüğü biçimsiz eli sahibine bırakarak. Dinlenip, yeni rolüme hazırlanmalıyım. Samimiyet ve ilgiydi aradığım, aradığın ve bulamadığımız.